Olmak istediğimiz, özendiğimiz, başrol oyuncusuydu tabii. Benzemeyi istediğimiz ya da kendimizi benzettiğimiz oydu. Sinema salonundan çıkar çıkmaz filmdeki o başrol oyuncusuyduk artık. Bir süre öyle giderdi bu. İlgimiz başka yöne kayardı, göreceğimiz diğer filme kadar kuşkusuz.
Bir figürana özenecek değildik tabii. Görsek, belki, ama neredeyse saniyelik kayıp giden o figürlerin aklımızda kalmasına imkan yoktu. Sadece izleyenlerin değil, bizzat sinema endüstrisinin bile varlıklarını “göremediği”, görmezden geldiği gerçek emekçiler olduklarını büyüyünce anlayabildik.
Onların hiç olmadığı sahneleri düşünün, ne kadar yavan kalırdı aktörler. Filmde varlıkları verilmek istenen “gerçekliği” hissetmemize yarıyor öncelikle. Cüneyt Arkın’ın o tarihi filmlerinde onlarca figüranın varlığı daha gerekçi kılmıyor mu sahneyi? Figüranların nasıl yerleştirildikleri, herhangi bir sahnede baş karakterlerin etrafında nasıl hareket etmeleri gerektiği, filmi çok büyük, anlamlı bir hale sokuyor. Yani figüran deyip geçmemek lazım, filme derinlik katan onlar. Ana karakterleri bu kadar önemsememizde onların katkısı tartışılmaz. Ben bunları büyüdükçe fark ettim.
Büyülü bir dünya sinema elbette. Çocukluğumdaki kadar etkisinde kalmasam da, sinemaya tutkum sürüyor hala. Yerli yabancı, kadın, erkek aktörlerin, yönetmenlerin (kadınlar için de aktör dediğime dikkat buyrun, aktrist de “bayan” gibi gereksiz bir sözcüktür) özellikle kendilerinin kaleme aldığı ya da başkalarınca yazılan yaşam öykülerini anılarını, hatıralarını da okumayı severim. Bolca okumuşumdur. İlginç insanlar bu sinemacılar, başrol oyuncusundan figüranına, set işçisine kadar.
Ama tesadüfen elime geçen bir kitap sayesinde bir figüranın sinemaya ilişkin anılarını ilk kez okudum. Figüranın anlatacak neyi olabilir denmesin, yaşanmışlıkların kıymetini bilip, bunu hafızasına kazıyan birinin anlatacağı çok şey olabilir. Ali Gençli, bir figüran olarak atıldığı sinema yaşamından hoş anılar derlemiş. Aslında bir Türkçe öğretmeni. Kitabı Figüran’ı okuyunca düzgün br eğitimden geçtiği fark ediliyor. O kadar güzel bir ifade biçimi var ki, çok beğendim. Meramını fazlasıyla iyi anlatan biri olarak edebiyatta kalsaydı da olurmuş aslında, çünkü şiirleri, öyküleri de var. Çoğu şiir 13 kitabın sahibi.
Gençli, eğitimli, sanata düşkün biri, bu yüzden neden figüranlıktan öteye gidemediğini düşünmedim değil. Ama sayfaları çevirdikçe Gençli’nin figüranlığı bir meslek olarak benimsediğini fark ettim. Gerçekten sevdiği bir meslek. Kitabının adını Figüran koyacak kadar sevdiği hem de. O kadar razı olmuş, o kadar severek yapmış ki figüranlığı satırlarından anlaşılabiliyor. Herhalde uzun roller oynamak istemiştir ama bunun için kendisini küçük düşürecek herhangi bir çaba içine girmemiş belli ki.
Birçok anı yazarının yaptığının aksine kitap boyunca asla kimseden yakınmıyor Ali Gençli. Eminim çok canını yakan, kalbini kıran olmuştur. Ama sinemayı çok seven bu genç Türkçe öğretmeni, ilerleyen yıllarda yazdığı anı kitabında kimse hakkında tek bir kötü sözcük kullanmamış. Emekçi haklarına duyarlılığını, Yeşilçam emekçilerinin sendikalaşma çabalarını anlattığında görmemek de mümkün değil. Kalbi solda atan biri belli ki.
Kendisini merkeze almadan “kendini” anlatabilmek bir beceri işi. Kişiliğini, kimliğini olduğundan farklı göstermeden, son derece sade bir otoportre çizmiş Ali Gençli. Bu mütevazı tutumunda bilgisine, görgüsüne güvenmenin etkisi var muhtemelen.
Kitabından öğrendim Ali Gençli’nin yaşamını Kuşadası’nda sürdürdüğünü. Aslında yüzünü çok iyi anımsadığımı da düşünüyorum. Belki bir filminden yer etmiştir aklımda. Şimdi antik dünyayı anlatan filmlerde, belgesellerde roller üstleniyor hala.
Sinemayı, mesleğini bu kadar seven az insan vardır. Elimdeki kitap anılarının birincisiymiş.
İkincisini heyecanla bekliyorum.
Okumak isterseniz mutlaka listenize alın derim “Figüran: Bir Yeşilçam Öyküsü”nü
Seveceksiniz.